Asimilasyon Kavramı – Tarihsel Özet
1988-03-15
Giriş
Bu makalede “asimilasyon” (“özümleme”, “özümseme") kavramının Amerikan sosyolojisi/ antropolojisindeki tarihsel serüveni özetlenmiştir. Konumuzu özellikle Amerikan toplumbilimleri ile kısıtlamamızın nedeni, özgül tarihsel gelişimi nedeniyle dünyadaki etnik olarak en karmaşık ülkelerden biri olan ABD’de, bu alanda yapılan çalışmaların görece çokluğudur. Fakat, makalenin sonuç bölümünde de belirtildiği gibi bu olgu aynı zamanda Amerikan toplumbilimlerinin bu alanda yalnızca “göçmen” sorunlarıyla ilgilenmesine yol açtı. Açıktır ki asimilasyon kavramının sadece göçmenlikle ilgili olarak kullanılması ve geliştirilmesi asimilasyon sürecinin bazı önemli yanlarının kavranmasını güçleştirmektedir.
Asimilasyon kavramının Amerikan toplumbilimlerindeki tarihsel gelişimi, pratik nedenlerden dolayı, kavramın geliştirilmesine yapılan “teorik" katkılarla sınırlı tutulmuş, oldukça bol olan ampirik çalışmalara ancak “teorik” bağlantılarıyla ilgili olarak atıfta bulunulmuştur. Bu nedenle makalenin odak noktasını bu alandaki çalışmaları en çok etkileyen Robert E. Park ve Milton M. Gordon’un çalışmaları oluşturmaktadır. Makalenin ek bölümünde ise asimilasyon kavramına yakın zamanlarda en önemli katkı sayılabilecek bir çalışma olan Danimarkalı toplumbilimciler Jorges Elklit ve Ole Tonsgaard’in makalesi özetlenmiştir.
Öncü çalışmalar: Park ve Burgess
Asimilasyon terimi ilk önce biyolojide “içine almak”, “özümlemek” anlamlarında kullanılmaya başlandı. Terim biyolojiden (“bütünüyle kavramak”, “özümsemek” sözcüklerini ifade etmek için) psikolojiye, oradan da sosyolojiye geçti. Sosyolojide ise ilk önceleri “karşılaştırmak”, “benzer yapmak” anlamlarında kullanılırken daha sonraları “içine almak”, “bütünleştirmek” eylemlerini tanımlıyordu. Asimilasyon kavramı ilk önce Park ve Burgess’in “Sosyoloji Bilimine Giriş” isimli kitaplarında netleştirilmeye, bilimsel olarak tanımlanmaya çalışıldı ve genel bir sosyoloji teorisi bağlamında sistematik olarak ele alındı (Park ve Burgess, 1972).
Park ve Burgess’e göre dört ana toplumsal etkileşim (interaction) tipi vardır: rekabet (competition), çatışma (conflict), uyum (accommodation) ve asimilasyon (assimilation). Sosyolojinin konusu genel olarak bu ilişkilerdir.
Bu yaklaşıma göre dört ana etkileşim tipi arasında ilk, evrensel ve temel olanı rekabettir. Toplumsal ilişki etkileşime yol açar. Rekabet ise toplumsal ilişki olmadan oluşan etkileşimdir. Park ve Burgess, kendilerinin de belirttiği gibi, rekabet kavramını biyolojiden almaktadır. (“Evrensel bir olgu olarak rekabet ilk önce biyologlar tarafından net olarak kavrandı ve uygun bir şekilde tanımlandı”.) Rekabet toplumun dağıtım ve ekolojik örgütlenmelerinin oluşturulduğu bir süreçtir. Bu süreç sonucu nüfusun bölgesel ve mesleki dağılımı saptanır. “İş bölümü ve bireyler ve birey grupları arasındaki çağdaş yaşama özgü örgütlü ekonomik bağımlılığın tamamı rekabetin bir ürünüdür. Öte yandan, kendisini bu rekabetçi örgütlenmeye empoze eden, ahlaki ve politik düzen, çalışma, uyum ve asimilasyonun bir ürünüdür.” Çalışma, uyum ve asimilasyonu rekabetten ayıran özellik, bu üç sürecin (toplumsal) kontrol ile ilişkisidir. Çatışma politik düzen ve bilinçli kontrol ile; uyum toplumsal düzen ile tanımlanır. Asimilasyonun uyumdan farklılığı, kişilik yapısındaki daha temel ve kapsamlı bir dönüşümü ifade etmesidir. Yani uyum süreci toplumsal örgütlenmedeki değişim sürecidir, asimilasyon ise toplumsal yapının “özünde"ki, kişilik yapısındaki ve kültürel mirastaki (ortak deneyim ve gelenekteki) değişim sürecidir.
Rekabet, çatışma, uyum ve asimilasyon süreçlerinin toplumsal yapılarla ilişkisi Tablo 1’de gösterilmiştir. Bu tablodan da açıkça görülebileceği gibi Park ve Burgess’in teorisi toplumsal yaşamı ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel düzeylere ayıran bir sorunsala dayanmaktadır.
Tablo 1. Toplumsal Düzen ve Süreçler
Toplumsal Süreç | Toplumsal Düzen |
---|---|
Rekabet | Ekonomik denge |
Çatışma | Politik düzen |
Uyum | Toplumsal düzen |
Asimilasyon | Kişilik ve kültürel miras |
Kaynak: Park ve Burgess, 1972: 510.
Park ve Burgess’in asimilasyon tanımları şöyledir: “Asimilasyon, kişilerin ve grupların diğer kişi veya grupların anı, duygu ve davranışlarını kazandığı, onların deneyim ve tarihlerini paylaşarak ortak bir kültürel yaşamda bütünleştikleri karışım ve birleşme sürecidir… Toplumsal ilişki etkileşime yol açtıkça asimilasyon bunun (etkileşimin) son, tam ürünüdür.” (Park ve Burgess, 1972: 735-736)
Park, Toplumsal Bilimler Ansiklopedisi’ndeki ünlü makalesinde (toplumsal) asimilasyonu “ortak bir bölgede yaşayan, değişik ırksal kökenlerden ve farklı kültürel mirasa sahip insanların, en azından bir ulusal varlığı sürdürecek düzeyde kültürel dayanışmayı sağlama süreci” olarak tanımlamaktadır (Park, 1930). Bu tanımları daha detaylı incelemeden önce asimilasyon kavramının (ırksal-) karışım (amalgamation) ve kültürleşme (acculturation) kavramlarıyla ilişkisini görelim.
Park ve Burgess’e göre (ırksal-) karışım ve asimilasyon çok yakın fakat farklı iki kavram. (Irksal-) karışım, karşılıklı (cinsel) ilişki ve evlenme yoluyla ırkların birleştiği bir biyolojik süreç; öte yandan asimilasyon kültürlerin birleşmesi ile kısıtlı bir kavram. (Irksal-) karışım ırksal özelliklerin karışımı olduğu halde iki grup arasındaki toplumsal ilişkileri evlenme, vb. yoluyla artırdığı için “doğal olarak asimilasyonu hızlandırır.” Bu, Park’tan sonra Amerikan toplumbilimlerinde hemen hemen tartışmasız kabul edilmiş bir tanım. Bu analizin sorunlarını aşağıda göreceğiz.
Kültürleşme kavramı konusunda durum biraz daha karışık. Kimi zaman bu iki kavram aynı anlamda fakat farklı alanlarda kullanılıyor. (İki kültürün birbirini etkilemesi anlamında etnoloji ve antropolojide kültürleşme, sosyolojide asimilasyon kavramları. İngiliz antropologları ise genellikle kültürleşme kavramı yerine “kültürel temas” kavramını tercih ediyorlar.)1 Kimi zaman kültürleşme iki-yönlü etkileşimi (ilişki halindeki iki kültürün de değişmesi), asimilasyon ise tek-yönlü etkilemeyi (ilişki halindeki kültürlerden birinin diğeri içinde erimesini) tanımlıyor. Park ve Burgess’in asimilasyon tanımları da bu doğrultuda. Bazı yazarlar ise tam tersi bir tanımlamayı kullanıyorlar.
Horowitz’in şemalarını kullanarak bu iki süreci aşağıdaki biçimde gösterebiliriz (Horowitz, 1975).
Süreç 1 | Süreç 2 |
---|---|
A + B → C | A + B → A |
iki ya da daha fazla grup yeni, daha büyük bir grup oluşturacak şekilde birleşir |
bir grup, diğer grubun kimliğini kazanır |
Genel olarak asimilasyon kavramı ikinci süreç için, kültürleşme kavramı da birinci süreç için kullanılmaktadır. (Horowiiz her iki sürece de asimilasyon demekte, birinci sürece, asimilasyonun alt-başlığı olarak, karışım (amalgamation), ikinci sürece de birleştirme (incorporation) demektedir.) Bu tipte bir sınıflandırma genellikle pek çok araştırmacı tarafından açık veya örtük bir şekilde kullanılmaktadır
Yukarıdaki şema ilk bakışta çok kullanışlı gibi görünse de, daha dikkatli bir incelemede çeşitli sorunlarla karşılaşılacaktır. Örneğin, ikinci süreç aslında
A + B → A'
şeklinde yazılmalıdır, çünkü asimilasyon sonucu oluşan kültür (A’), en azından aradan belirli bir zaman geçtiği için, ilk kültürden (A) farklı olmalıdır. En tek-yönlü asimilasyon koşullarında bile yok olan kültürün çeşitli öğelerinin asimile eden kültüre karıştığı göz önüne alındığında iki kültürün etkileşimi (A + B) sonucu oluşan ortak kültür nasıl tanımlanacaktır? Yani yeni kültürün eski kültürlerden birinin devamı mı (A’), yoksa yeni bir kültür mü (C) olduğu nasıl saptanacaktır? Asimilasyon sürecinin yalnızca sonuçları (belirli kültürel öğelerin değişmesi/yok olması) göz önüne alındığında bu sorulara tatmin edici cevapların verilebilmesi zordur. Kanımızca asimilasyon/kültürleşme gibi kavramlar için geçerli olan kavram kargaşasının temelinde asimilasyon sürecinin kendisinin (iç-dinamiklerin ve belirleyici özelliklerinin) değil, sadece sonuçlarının incelenmesi yatmaktadır. Sorun, bir sürecin, bu sürecin ürünleri ile tanımlanmasındadır. Gerçekte, aynı süreç farklı ürünlere de yol açabilir. Yapılması gereken asimilasyon sürecinin iç-dinamiklerinin tanımlanması ve bu dinamiklerin dışsal koşullarla olan ilişkilerinin saptanmasıdır.
Park ve Burgess’in asimilasyon tanımına dönersek; bu tanımdaki önemli noktaları şöyle özetleyebiliriz. (Bu makalenin konusu asimilasyon kavramı olduğu için diğer üç süreç üzerine olan gözlemler burada incelenmeyecektir.)
-
Aşağıda Harry Bash’in çalışmasını incelerken de göreceğimiz gibi asimilasyon kavramının bir ürünü mü, yoksa bir süreci mi gösterdiği ilginç ve çok önemli bir sorundur. Çünkü bu sorun, genelde epistemolojik varsayımlarımızla, özelde ise toplumsal olayları ve asimilasyon olgusunu inceleme yöntemimizle doğrudan ilişkilidir. Asimilasyon olgusunun incelenmesi (diğer toplumsal olgularla ilişkisi, asimilasyonu belirleyen/etkileyen koşulların saptanması, vb.) bu olgunun ürün veya süreç olarak tanımlanmasına bağlıdır. Park ve Burgess asimilasyonu toplumsal bir süreç olarak tanımlamaktadır. Fakat bu sürecin diğer süreçlerle ilişkisi oldukça tasviri düzeyde kalmakta, karşılıklı bağımlılıklar ve etkiler (ırksal-karışım süreci hariç) net olarak ortaya konulamamaktadır.
-
Park ve Burgess’in çalışmasında asimilasyon hem toplumsal, hem de bireysel düzeyde incelenmektedir. Daha sonraları bu iki düzey daha net vurgulanmış, toplumsal asimilasyon ve bireysel asimilasyon kavramları geliştirilmiştir (Simpson, 1968). Örneğin ilk tanımda kişi ve gruplardaki değişimlerden bahsedilerek kavramın hem birey hem de grup düzeyinde geçerli olduğu belirtilmektedir. Fakat sürecin tasvirinde bireysel vurgu ön plana çıkmakta, süreç bireylerdeki değişimlerin toplamı olarak gösterilmektedir. Ayrıca, yukarıda belirtildiği gibi Park ve Burgess, asimilasyon sürecini kişilik ve (bireylerce taşınan) kültürel miras yapılarına bağlayarak asimilasyonun doğasının psikolojik olduğunu belirtmişlerdir. (Bu yönelimler Park’tan sonra daha da geliştirilerek Amerikan toplumbilimlerinde bu alanda egemen olan psikolojizm veya bireycilik diyebileceğimiz bir akım oluşmuştur.)
-
Asimilasyon sürecinin açıklanmasında çok sık kullanılan (ve bireysel açıklama tarzlarıyla da uyum gösterebilen) birincil grup/ikincil grup kavramları da Park ve Burgess tarafından kullanılmıştır. Bu tanımlamaya göre birincil grup bireyler arasındaki ilişkilerin dolaysız ve yüz yüze olduğu aile, klan, oyun grubu, vb. gruplardır. İkincil gruplar ise birincil grupların dışında kalan, ilişkilerin dışsal ve uzak olduğu tüm gruplardır. Farklı kültürel mirasa sahip insanların yabancı bir toplumun birincil gruplar girmeleri, ilişkileri çok yoğunlaştıracağı için asimilasyonu kolaylaştırır, hatta kaçınılmaz kılar.
Birincil grup/ikincil grup sınıflandırması da diğer kavramlar gibi tasviri/ampirik kalmasına rağmen asimilasyon sürecinde toplumlararası ilişkilerin niteliğinin önemini vurgulamaktadır. Asimilasyon sürecinin temel dinamiği grup-içi ilişkiler ile gruplar-arası ilişkilerin göreli konumlarında yatmaktadır. Açıktır ki, gerek grup-içi ilişkiler, gerekse gruplar-arası ilişkiler, birincil grup/ikincil grup sınıflandırmasında da belirtildiği gibi, farklı niteliklerde olabilir ve doğal olarak bu farklılık asimilasyon sürecine farklı etkilerde bulunabilir Park ve Burgess’in incelemesindeki en önemli sorun birincil grup/ikinci grup ilişkilerinin nasıl oluştuğunun açıklamasında ve bu ilişkilerin sınıflandırılmasında yatmaktadır. -
Asimilasyon sürecinin açıklanmasında çeşitli tarih-aşırı etkenler kullanılmaktadır. Örneğin Park’a göre “Amerika’da olduğu gibi büyük, karışık ve kozmopolit toplumlarda asimilasyona en önemli engel kültürel farklılıklar değil, fakat ırksal özellikler olarak görünmektedir. (Örneğin Japonlar, Çinliler ve Zencilerin konumu.)” (Park, 1953: 282) Park burada fiziksel (ırksal) farklılıklara tarih-aşırı bir önem vermekte, toplumsal yapıdaki belirli oluşumların ırksal farklılıklar aracılığıyla etkide bulunduğunu görmemektedir. Örneğin Amerika’da “ırksal olarak farklı” grupların daha geç asimile olmalarının nedeni (ki bu olgunun doğruluğu da başka bir tartışma konusudur), ırksal farklılıkların “serbest düşünceyi olanaksız kılan ırk bilincini geliştirmesi” değil, zencilerin yıllar boyunca köle durumunda tutulması, bunun sonucu ve destekleyicisi olarak gelişen ırkçılığın Amerikan toplumunda kazandığı yaygınlıktır (Park, 1953: 283). Bu nedenle Park’ın açıklaması mevcut durumu toplum ve tarih dışı “doğa” yasalarıyla açıklamaya çalışan bir tavır olarak görülmektedir. Benzer şekilde karma evlilik → (ırksal-) karışım → asimilasyon şeması da tarih-aşırı bir genelleştirmedir. Örneğin günümüzde apartheid (ırk ayrımı) politikasının vahşice uygulandığı Güney Afrika Cumhuriyeti’nde karma evlilik kesinlikle asimilasyona yol açmamakta, sadece zenciler ve beyazlar arasında melez bir ikinci sınıf insan grubu oluşturmaktadır.
Toparlarsak, Park ve Burgess’in asimilasyon tanımı önemli ipuçlarını içermekte, fakat büyük ölçüde tasviri kalarak toplumsal yaşamın ve kültürün bütünlüğünü gösterememektedir. Bu nedenle gerek teorik çalışmalarda, gerekse pratik sorunların incelenmesinde bu tip bir analizin kullanılması zor görünmektedir.
Psikolojik ve kültürel yaklaşımlar
Bash’ın da belirttiği gibi Park ve Burgess’in asimilasyon kavramını kişilik ve kültürel miras “yapıları"na bağlamaları, daha sonraki çalışmaların hemen hemen bütünüyle psikolojik ve kültürel kavramlar çerçevesinde yürütülmesine neden oldu (Bash, 1979). Park ve Burgess’in söylediklerinin de ötesinde, asimilasyon olgusunu bireysel düzeyde inceleyen/“açıklayan” genel bir eğilim bu alanda egemen oldu.
Bu doğrultudaki çalışmalara çeşitli örnekler verilebilir. Örneğin Joseph Fichter asimilasyonu “iki ya da daha fazla kişinin veya grupların diğer (kişi veya grupların) davranış örüntülerini kabul ettiği ve uyguladığı toplumsal süreç” olarak tanımlamakta ve şöyle devam etmektedir: “Biz genellikle bir kişi veya bir azınlık kategorisinin bir grup veya bir topluma asimile olduğundan bahsederiz, fakat bu ’tek-yanlı’ bir süreç olarak yorumlanmamalıdır. Bu, gruplardan biri daha fazla etkilense bile, her grubun karşılıklı davrandığı bir etkileşim ilişkisidir.” (Fichter, 1957)
Bir başka sosyolog Arnold Rose asimilasyonu şöyle tanımlamaktadır: (Asimilasyon) bir kişi veya grubun, önceki kültürlerini belirten hiçbir özellikleri kalmayacak ve önceki kültürlerine hiç bir özel bağlılık duymayacak düzeyde başka bir grubun kültürünü adapte etmesi. Veya, bu adaptasyona yol açan süreç.” (Rose, 1956: 557-558)
Bu tip tanımların çeşitli kavramsal sorunları vardır. Kültür (veya “davranış örüntüleri”) kişi düzeyinde ele alınmaktadır. Halbuki toplumsal bir olgu olarak kültür ancak bir topluma özgü olarak kavranabilir. Örneğin bir kültürün içerisinde farklı, hatta çelişik özellikler bulunabilir ve bir kültürün taşıyıcıları çok farklı kültürel (ve davranışsal) özelliklere sahip olabilirler. Bir İngiliz Köylü ile feodal beyi son derece farklı kültürel özelliklere sahip olsalar bile her ikisinin de aynı kültüre mensup olmasının nedeni bu özelliklerin karşılıklı etkileşim sonucu ortak bir toplumsal birim içerisinde üretilmiş olmasıdır. Köylünün eğilerek selam verme biçimi feodal bey için büyük bir ayıp olarak görülebilir. Bu (zıt) selam verme biçimlerinin her ikisi de İngiliz kültürünün öğeleridir. Bu nedenle bir kişinin taşıdığı kültür (“davranışları”, “duyguları”, “deneyimleri”, vb.) o kültürün ancak küçük bir parçasını oluşturur. Bu örneğimizde, bir köylünün feodalleşmesi (diyelim ki mümkün) o bireyin yeni davranış örüntülerine sahip olmasına yol açar (ve bu süreç Fichter’e göre asimilasyon sayılabilir) fakat aslında İngiliz kültürü açısından değişen hemen hemen hiç bir şey yoktur; yani ne kültürel değişimden ne de asimilasyon sürecinden bahsedilemez. Asimilasyon kavramının bu biçimde birey düzeyinde ele alınması kavramın birbirinden çok farklı süreçlerin hepsini içerecek şekilde genişletilmesine ve fiili olarak anlamsızlaşmasına yol açmaktadır.
Asimilasyon olgusunun belirli bir kurama dayanmadan salt psikolojik ve kültürel terimlerle açıklanmaya çalışılması, bu sürecin toplumsal bir olgu olarak iç ve dış bağlantılarının görülememesi, yüzeysel, tekil gözlemlerin kuram yerine ikame edilmesine yol açmıştır. Bu konuda güzel bir örnek Andrew Greeley’in çalışmasıdır (Greeley, 1971: 52-59). Bu çalışmasında Greeley, Amerika’va gelen (beyaz) göçmenlerin deneyimlerine dayanarak “etnik asimilasyon süreci"nin aşamalarını şöyle tanımlamaktadır: 1) kültürel şok, 2) öz-bilircin oluşumu ve örgütlenmesi, 3) elit kesimin asimilasyonu, 4) militanlık, 5) öz-kin ve anti-militanlık, ve 6) uyumun başlaması. Bu açıklamaların çeşitli eleştirilerden uzak olduğunu bir an için varsaysak bile, sadece belirli etnik grupların tarihsel gelişimlerini yüzeysel olarak yansıtan bu yaklaşımla Greeley’in umduğu “yüksek düzeydeki teori"ye ulaşılamayacağı açıktır.
Toplumsal yapılar ve asimilasyon: Gordon
Asimilasyon konusundaki araştırmalarda Milton Gordon’un çalışması oldukça önemli bir yer tutar (Gordon, 1964). Bu çalışma gerek etkileri, gerekse olayı toplumsal boyutlarıyla incelemesi bakımından bu önemi kazanmıştır.
Gordon, kitabının başında, amacının, büyük ölçüde ihmal edilmiş bir sorunu, etnik olarak karışık nüfusu olan, büyük, sanayileşmiş ve kentleşmiş toplumlarda grup yaşamının doğasını incelemek olduğunu belirtir. Daha sonra, kitabının ilk bölümünde grup yaşamının varoluş koşullarını inceler. Bu inceleme iki ana kavrama dayanır: Toplumsal yapı ve kültür. Toplumsal yapı insanların kristalleşmiş toplumsal ilişkileridir. Bu ilişkiler her bireyi belirli bir (toplumsal) grubun (aile, din, mesleki yaşam, vb.) üyesi yapar. Kültür ise insanın toplumsal mirası, toplumun yaşama biçimidir. Bu anlamda toplumsal yapı ve kültür insan yaşamında aynı madalyonun iki farklı yüzüdür. Belirli bir toplum içerisinde daha alt düzeyde mevcut olan farklılaşmalar çeşitli topluluklar oluşturur. Gordon, bu toplulukları alt- toplum ve grup terimleriyle, bunların kendilerine özgü kültürel özelliklerini de alt-kültür ve grup-kültürü kavramlarıyla karşılar. Bu kavramlar Tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo 2. Toplumsal Birimler ve Kültürleri
Toplumsal Birim | Kültürel Terim |
---|---|
Ulusal Toplum (veya yalnızca Toplum) (siyasal sınırlar içerisinde ulus) |
Ulusal Kültür (veya yalnızca Kültür) |
Alt-toplum (ulusal toplumdan daha küçük, bireyin bütün hayatı boyunca yaşadığı grupları ve kurumları kapsayan toplumsal birim) |
Alt-kültür |
Grup (kısmi öneme sahip gruplar; örn., çete, oyun-grubu, ofis, hastane, fabrika.) |
Grup kültürü |
Kaynak: Gordon, 1964: 40.
Gordon’un ulusal toplumları tanımlarken sadece çağdaş toplumları göz önünde tutması ve ayrıca bu kavramı belirli bir siyasal yapı ile açıklaması (yani ulusal toplumu “vatandaşlar topluluğu” olarak tanımlaması) çeşitli sorunlar içeren bir yaklaşım. Bununla birlikte, özellikle ulus (toplum) kavramı daha net tanımlandığı zaman toplum/alt-toplum/grup şeklindeki sınıflandırma oldukça faydalı görünüyor.
Gordon etnik grup kavramını da bu bağlamda tanımlar. Etnik grup, bir insanın kendi “halkı” olarak gördüğü gruptur. “Ben kimim, neyim?” ve “O kimdir, nedir?” sorularında sınırı çizen etnik gruptur. Toplumsal-tarihsel gelişim sonucu etnik grubun yapısında çeşitli değişimler olmuştur, Günümüz (Amerikan) toplumunda etnik grup, ulusal toplumun bir alt-toplumudur fakat etnik grubu diğer bütün gruplardan ayıran bir özelliği vardır: “etnik grubun üyelerinin, yaşamlarının bütün aşamaları boyunca bütün birincil ilişkileriyle bazı ikincil ilişkilerini (birincil-ikincil ilişki kavramları birincil/ikincil grup bağlamında kullanılmaktadır) grup içerisinde sürdürmelerini sağlayan ve teşvik eden örgütlenme ve informal toplumsal ilişki ağı etnik grup içerisinde oluşur (Gordon, 1964: 34). Yani insanlar, çocukluktaki oyun gruplarından lisedeki toplumsal kliklere, flörtten evliliğe, komşu ilişkilerinden toplumsal kulüplere, tatil yerinden huzur evine kadar yaşamları boyunca gereksinim duydukları tüm birincil ilişkilerini kendi etnik grupları içerisinde sağlarlar. İkincil ilişkiler ise genellikle farklı etnik gruplardan insanlarla olabilir. Aşağıdaki tablo etnik özellikler (ethnicity) ve kurumsal faaliyetler arasındaki ilişkiyi göstermektedir. (Genellikle “etnik olarak kapalı” ilişkiler birincil ilişkilerdir.)
Tablo 3. Etnik Özellikler ve Kurumsal Faaliyet
Kurum | Etnik özellikler |
---|---|
Siyaset | Genellikle karışık |
Ekonomi | (Önemli istisnalar ile) genellikle karışık |
Eğitim | Kısmen karışık |
Din | Etnik olarak kapalı |
Aile | Etnik olarak kapalı |
Eğlence | Kitlesel eğlencelerdeki dolaylı ilişkiler hariç, etnik olarak kapalı |
Kaynak: Gordon, 1964: 37.
Özetlersek, etnik grubun iki işlevsel özelliği vardır: 1) psikolojik olarak bireyin özkimliğini kazandığı grup olmak, 2) insanların yaşantılarının her aşamasında birincil ilişkilerini sürdürebildikleri bir ortam oluşturmak (Gordon, 1964: 38).
Ulusal toplum içerisinde alt-toplumları oluşturan tek etken etnik grup değildir. Toplumsal sınıf, kent/köy farklılıkları ve bölgesel yerleşim olarak tanımlar üç toplumsal kategori de alt-toplumların oluşumunu sağlar. Böylelikle ayrıntılı olarak “tanımlanmış” alt-toplumları ve bunların alt-kültürlerini: yukarı-orta sınıftan, beyaz, Protestan, güneyli, kentli insanların oluşturduğu alt-toplum (ve alt-kültürü), aşağı sınıftan, zenci, Protestan, güneyli, köylü insanların oluşturduğu alt-toplum (ve alt-kültürü), vb. Sınıfsal ve enik ayrımlar bazen çakışabilir, yani bütün bir etnik grup aynı sınıfa mensup olabilir. Gordon bu kategoriyi de etnik-sınıf olarak tanımlamaktadır.
Gordon çeşitli asimilasyon tanımlarını özetledikten sonra hipotetik bir örnek üzerinde asimilasyon sürecinin özelliklerini anlatmaktadır. Bu örnekteki asimilasyon süreci çeşitli aşamalardan ve/veya alt-süreçlerden oluşmaktadır. Bu alt-süreçler Tablo 3’te özetlenmiştir.
Tablo 4. Asimilasyon Değişkenleri
Alt-süreç veya Koşul | Asimilasyon Tipi veya aşaması |
Özel Terim |
---|---|---|
Kültürel örüntülerin ana toplumun kültürel örüntülerine değişimi |
Kültürel veya davranışsal asimilasyon |
Kültürleşme |
Birincil ilişki düzeyinde ana toplumun kurumlarına, klüplerine ve kliklerine geniş-ölçekli katılım |
Yapısal asimilasyon | Yok |
Geniş-ölçekli karma evlilik |
Evlilik asimilasyonu | (Irksal) karışım (amalgamation) |
Tamamen ana topluma dayalı halk (mensup olma) duygusunun gelişimi |
Kişilik Kimliksel (identificational) asimilasyon |
Yok |
Önyargının olmaması | Tutum-algısal asimilasyon |
Yok |
Ayrımın olmaması | Davranış-algısal asimilasyon |
Yok |
Değer ve iktidar çatışmasının olmaması |
Sivil asimilasyon | Yok |
Kaynak: Gordon, 1964: 71.
Gordon’un asimilasyon (alt-) süreçleri, birbirinden tamamen bağımsız, ayrı süreçler değildir. Her şeyden önce temel önem kültürel asimilasyona ve yapısal asimilasyona verilmiştir. Yapısal asimilasyon ise kendi başına belirleyiciliği olan, asal öneme sahip bir süreçtir. Çünkü, örneğin, yapısal ve evlilik (marital) asimilasyonu arasında şaşmaz bir ilişki vardır. Yapısal asimilasyon, yani azınlık grubun içinde yaşadığı ama toplumun birincil ilişki düzeyindeki toplumsal kliklerine, kulüplerine ve kurumlarına girmesi, farklı etnik gruptan insanların sürekli birlikte olmaları demektir. Bu ise hayatın en önemli alanlarında beraber yaşayan insanların birbirleriyle evlenmelerine, yani evlilik asimilasyonuna yol açar. Yapısal asimilasyonun kaçınılmaz bir yan ürünü olan evlilik asimilasyonu tamamen gerçekleşirse, azınlık grup etnik bilincini de kaybeder ve böylelikle kişilik-kimliksel asimilasyon da gerçekleşmiş olur. Önyargı ve ayrımcılık da böylelikle sorun olmaktan çıkar (tutum ve davranış-algısal asimilasyonlar da tamamlanır), çünkü artık eski azınlık grup artık tanınabilir bir durumda değildir, tamamen yok olmuştur. Kültürel asimilasyon (kültürleşme) ve yapısal asimilasyon arasındaki ilişki bira daha farklıdır. Kültürel asimilasyon, yapısal asimilasyondan daha önce gerçekleşebilir fakat kültürel asimilasyonun gerçekleşmesi yapısal asimilasyon dahil, diğer asimilasyon (alt-) süreçlerinin oluşumuna zorunlu olarak yol açmaz. Öte yandan, yapısal asimilasyonun gerçekleşmesi kültürel asimilasyon dahil diğer bütün asimilasyon (alt-) süreçlerinin oluşumuna zorunlu olarak neden olur, “Bu nedenle kültürleşme değil, yapısal asimilasyon, asimilasyon zincirinin temel taşı olarak görülmektedir.” (Gordon, 1964: 81)
Gordon’un yapısal asimilasyonu, yani farklı etnik grupların birbirleriyle olan toplumsal ilişkilerinin önemini vurgulaması ve süreci bireysel istek ve düşüncelerin üstünde, toplumsal düzeyde ele alması bu çalışmanın görece yeni ve önemli katkılarıdır. Genel bir asimilasyon teorisinin temel taşı olabilecek, kültürün yeniden-üretimi ile ilgili öğeler bu çalışmada belirgindir. Örneğin ABD gibi toplumlarda farklı kültürlerin yaşayabilme koşulu olarak bu kültürlerin varlığını sağlayacak, bu kültürlerin yeniden-üretimi için temel olabilecek alt-toplumların farklılıklarını sürdürmeleri gerekliliği, çünkü alt-toplumların klikler, kurumlar, informal arkadaşlık örüntüleriyle topluluğun varlığı için bir çerçeve oluşturacağı açıkça belirtilmiştir (Gordon, 1964: 158).
Gordon’un asimilasyon süreci ile ilgili çalışmasının yukarıda belirttiğimiz olumlu özelliklerinin yanı sıra iki önemli zayıf noktası vardır.
-
Asimilasyon (alt-) süreçleri içinde sınıflandırılan ön yargı, ayrımcılık ve iktidar çalışmalarının ortadan kalkışı gibi süreçlerin asimilasyon kavramı altında toplanması, kavramı gereksiz yere genişletmekte, anlamını bulandırmaktadır. Kavramsal olarak bu süreçlerin yapısal (veya kültürel) asimilasyon süreçleriyle ortak paydası yoktur. Bu tip bir sınıflandırmanın sorunları çalışmanın bütününde açıkça görülmektedir. (Gordon’un bu süreçleri de içerecek bir tanım kullanması Amerika’daki aşırı önyargı ve ayrımcılığın nedenlerine toplumbilimsel bir açıklama getirme çabasından dolayı olabilir. Fakat bu konuda, özellikle içsel/dışsal kültürel özellikler kavramları aracılığıyla, Park’ın açıklamalarına benzer bir şekilde, tarih-aşırı nedenler araması yanıltıcı olmaktadır.)
-
Birincil/ikincil ilişkiler ayrımında ölçütler oldukça belirsizdir. Örneğin işyeri gibi önemli ölçüde somut, katılım koşulları insanların isteklerinden görece bağımsız kurumlardaki ilişkiler ikincil-ilişkiler olarak sınıflandırılmaktadır. Gerçekte, insanların aktif yaşamlarının büyük bir kısmı bu tip kurumlarda (Gordon’un tanımıyla, gruplarda) geçmektedir. Bu ilişkilerin sürekliliği ve düzenliliği sonucu “birincil” ilişkilere benzer etkileri olması gerekir. (Gordon da aslında bu durumun bir ölçüde farkındadır fakat, çeşitli nedenlerle, ayrıntılı bir incelemeye gitmemiştir. Bkz. Gordon, 1964: 253) Bu nedenle birincil/ ikincil grup ilişkilerinin yeniden-tanımlanması, birincil grup ilişkilerinin günlük yaşamdaki bütün düzenli ve sürekli ilişkileri içermesi zorunludur.
Gordon’un bu çalışmasından sonra Amerikan toplumbilimlerinde bu konuda önemli bir teorik katkı görünmemektedir. Yapılan çalışmalar genellikle daha önceki çalışmaların değişik terimlerle tekrarı gibidir. Bu arada şunu da belirtelim ki Gordon’un çalışması genel eğilimin biraz dışında sayılabilir. Genel eğilim, konunun psikolojik kavramlarla birey düzeyindeki yüzeysel tasvirleri “açıklama” olarak sunmaktır. İşte Bash’ın Amerika’daki sosyolojik teoriye olan ideolojik etkileri inceleyen çalışması bu tip bir eğilim gözönünde tutularak yapılmıştır.
Sosyolojik analiz mi, sosyal analiz mi? Bash
Bash, bütün bir kitap boyunca, Amerikan toplumbilimlerindeki asimilasyon kavramını inceler ve bu örnek üzerinde toplumbilimlere yapılan ideolojik müdahaleleri gösterir. Bash’in bu kavramı seçmesi nedensiz değildir: “ırksal ilişkiler”, “etnik ilişkiler” gibi değişik isimlerle tanımlanan ve Amerikan toplumbilimlerinde önemli bir yer tutan bir çalışma alanının temel kavramlarından biri asimilasyon kavramıdır.
Bash toplumsal sorunlarla ilgili çalışmalarda bilim/ideoloji ayrımına paralel bir ayrım yapar: sosyolojik analiz / sosyal analiz. Sosyolojik, yani bilimsel teoriler ampirik kanıtlar temelinde çeşitli açıklamalar sunarlar ve sosyolojik analiz, teorinin ışığında yapılan ampirik çalışmadır; yani toplumsal gerçekliğin (bilimsel süreç içinde) yeniden inşasıdır. Buna kısaca sosyolojik yeniden-inşa denilebilir. Bu (bilimsel) süreç sonucu elde edilen bilgi ise sosyolojik bilgidir. Bah’a göre (Amerika’daki) asimilasyon çalışmaları sosyolojik değil, sosyal analizdir ve bu analiz sonucu ayrıntılı ve sistematik bir şekilde sosyal enformasyon elde edilebilir. Fakat bu enformasyon, sosyolojik bilginin birikimine katkıda bulunmaz (Bash, 1979: 88). “Çünkü asimilasyon kavramının içeriği ve meşruluğu gerçekliği yeniden inşa eden herhangi bir sosyolojik teoriye dayanmaz; asimilasyon kavramı sosyal analiz ile popüler “Eritme Potası” benzetmesi arasında bir ideolojik bağ oluşturmaktadır. Kavramın dayandığı bilişsel temel sosyolojik teori değil ideolojik bakıştır. Bu çalışmalara asimilasyon kavramının ideolojik bir yükle girebilmesinin nedeni de asimilasyonun “göçmen sorunu"na çözüm olarak önerilmesidir. Bu alanda çalışan sosyologların çalışmalarına büyük ölçüde Amerikan Eritme Potası idealinin liberal önerileri egemen olmuştur. Böylelikle sosyologlar çalışmalarında sosyolojik bir perspektifi değil, mevcut etnik sorunlara belli bir ideoloji tarafından önerilen asimilasyoncu perspektifi kullanmışlardır (Bash, 1979: 161, 195).
Asimilasyon kavramının sosyolojik araştırmalara ideolojik bir müdahale sonucu girmesiyle bağlantılı olarak Bash bu kavramın bilimsel/sosyolojik içeriğini de sorgular. Asimilasyon teorik bir terim değildir, çünkü ırk ve etnik ilişkiler sosyolojisinde göründüğü biçimiyle bu kavram sistematik bir sosyolojik teori kümesinden türetilmemiştir. Asimilasyon ampirik bir terim de değildir, çünkü olgulardan dolaysız gözlem sonucu elde edilmemiştir (Bash, 1979: 97). Bu nedenle sosyoloji bağlamında yeri yoktur. Bu durum asimilasyon kavramının bir süreç mi, yoksa bir ürün mü olduğu konusunda da kendisini açıkça göstermektedir. Eğer asimilasyon gerçekten bir toplumsal süreci gösterseydi, bu terim, söz konusu sürecin ürünleri ile kavramsallaştırılmamalıydı; eğer asimilasyon bir toplumsal süreci gösteriyorsa, sosyoloji içinde mantıksal ve kavramsal sorunlara yol açan psikolojik ve kültürel değişkenlerle tanımlanmamalıydı (Bash, 1979: 94). Bu eleştiriler çok önemli görünmektedir. Gerçekten de, çokça yapıldığının aksine, asimilasyon olgusu bir sürecin ürünleriyle (kültürel öğelerin değişimi, etnik kimliğin kaybolması, vb.) veya psikolojik ve kültürel kavramlarla açıklanamaz.
Bütün bu eleştirilerden sonra Bash’in önerisi oldukça sade: bu kavramın sosyoloji içerisindeki meşruluğu ve yöntemsel etkinliği şüpheli olduğuna göre kavramı geldiği yere, psikolojiye ve antropolojiye bırakmak, sosyolojide hiç kullanmamak (Bash, 1979: 118). Bash’in eleştirilerine genel olarak katılmakla birlikte bu sonucu kabullenmek zor gibi görünüyor. Çünkü, kanımızca, tüm ideolojik etkilere rağmen, sosyoloji içerisinde, yukarıdaki eleştirilerden arınmış bir asimilasyon kavramı işlevsel (operational) olabilir.2
Toparlarsak, Amerikan “etnik ve ırksal ilişkiler” sosyolojisinde asimilasyon sürecini genel olarak bu sürecin ürünleriyle açıklayan, sürecin toplumsal yanlarından çok bireysel yanlarına ağırlık veren ve nedensel ilişkileri tarih-aşırı öğelerle açıklayan bir eğilim yaygınlık kazanmıştır. Bu olgunun nedenlerini şöyle özetleyebiliriz.
-
Amerika’da bu konuda en önemli görünen sorun “göçmenler sorunu”ydu. Göçmenlerin ana toplumla (beyaz-Protestan toplumla) olan ilişkileri her zaman gündemin ilk maddesini oluşturmaktadır. Bu olgu, toplumbilimcilerin genellikle göçmenlikle ilgili sorunları incelemesine, genelleştirmelerini bu tekil olguya dayanarak yapmalarına yol açtı. (Her ne kadar Kızılderililer gibi Amerika’nın yerli halkları da bu bağlamda önemli bir so-run olmasına rağmen, rezervasyon bölgelerine itilmiş bu halkların konumu toplumbilimcilerin ilgisini çekemedi. )
-
1920’lerden sonra Amerikan (ve genel olarak “Batı”) toplumbilimlerinde egemen olan felsefi eğilim (mantıksal) positivizm oldu. Bu olgu asimilasyon çalışmalarına iki önemli etkide bulundu: i) Ampirizm ve tümevarım yöntemlerine dayanan bu çalışmalar genel olarak Amerikan toplumunda gerçekten yaşanan olguları yansıttılar, bu süreçleri açıklama yönünde teorik çalışmalardan önemli ölçüde yoksun kaldılar (Bash, 1979: 49). Böylece bu çalışmalar büyük ölçüde tasvirin ötesine geçemedi. ii) Tasviri “açıklamaların” ve birey merkezli incelemelerin sonucu asimilasyon olgusu büyük ölçüde bireyler arası bir ilişki olarak tanımlandı. Örneğin Warner’in asimilasyon çalışmalarını eleştiren Banton şöyle demektedir: “Asimilasyonun grup düzeyinde bütünsel olarak işleyen bir süreç olarak kavramsallaştırılması, dikkati temel itici güçten, kendi çıkarları doğrultusunda olduğuna inandıkları şeyleri yapan bireylerden uzaklaştırır.” (Banton, 1982: 50) Bu, daha önce de belirttiğimiz gibi, toplumsal bir süreci, bireylerin istek ve arzularıyla açıklamaya çalışan, psikolojizm diyebileceğimiz bir indirgemeciliktir. Bu yaklaşım bilimsel olarak yanlış olduğu gibi, siyasal olarak da mevcut koşulları meşrulaştırmak gibi bir işlev yüklenmektedir. (Zenciler, Porto Rikolu’lar, vb., son derece yoksullarsa, pislik ve sefalet içinde yaşıyorlarsa, bu, onların “istek ve arzuları” sonucudur! İsteyen ve aklını kullanan zengin olabilir!)
-
ABD’deki genel ideolojik/siyasal yapı, yani ülke içinde beyazların egemenliği; Amerika’nın dünyanın en ileri, en medeni, en güzel, vb. ülkesi ve toplumu görülmesi, beyaz-Amerikan ırkçılığı ve şovenizmi bu alandaki çalışmaları önemli ölçüde etkilemiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, araştırmacının öznel düşünceleri ne olursa olsun, bu tip yaklaşımlar nesnel olarak mevcut konumu meşru gösteren ve ırkçı-şoven düşünceleri destekleyen sonuçlara ulaşmaktadır. Örneğin Park’a göre asimilasyonu engelleyen faktörlerden biri fiziksei özelliklerdir (ten rengi, vb.). Bireyi “… nüfusun diğer kesimlerinden ayıran bu farklılık gerçektir, fakat kültürel özelliklere değil, fiziksel ve ırksal özelliklere dayanmaktadır.” (Park, 1953: 282) Yani irk ayrımı nın nedeni fiziksel özellikler ve insanın doğasıdır. Gerçekte ise durum çok farklı. Fiziksel farklılıklar, her zaman, her yerde ırk ayrımına yol açmaz. Çünkü sorun fiziksel farklılık değil, egemen toplumun ideolojik yaklaşımıdır. Asimilasyon konusunda oldukça önemli bir ampirik çalışma yapan Gregg’in de belirttiği gibi ırklar arasında toplumsal ayrım olduğu yolundaki Amerikan düşüncesi, yani genel anlamda Amerikan kültürü ırk ayrımcılığının asıl nedenidir (Gregg, 1985: 124).
Bir süreç olarak asimilasyon
Bu makalede Amerikan toplumbilimlerinde asimilasyon ile ilgili bazı önemli çalışmaların genel bir özeti sunulmuştur. Bu çalışmaların zayıf ve tutarsız yanları belirtilmiş, bu hataların olası nedenleri araştırılmıştır. İncelememizin tamamlanabilmesi için burada özetlediğimiz çalışmaların genel eleştirisinden, asimilasyon olgusunun daha iyi kavranabilmesi için göz önünde tutulması gereken kavramsal ve yöntemsel sonuçları da çıkarmamı gerekli. Bu sonuçları dört başlık altında toplayabiliriz.
-
Asimilasyon olgusu bir süreç olarak ele alınmalıdır. Bu süreç, belirli ürünleri ile değil, sürecin iç-dinamikleri (iç-çelişkileri) ve iç-dinamiklerin dışsal koşullarla olan etkileşimi ile tanımlanmalıdır.
-
Asimile eden ve asimile olan toplumların ikisinde de toplumsal yapı bir bütün olarak ele alınmalıdır. Kültürün bütünselliği o kültürün üretildiği toplumsal birimin bütünselliği anlamında ele alınmalı, yani belirli bir kültürün içinde farklı ve çelişik öğelerin aynı anda var olabileceği unutulmamalıdır.
-
Asimilasyon sürecinde incelenen toplumsal birim, tarihsel-toplumsal gelişim sürecinde oluşan farklı etnik-toplumsal örgütlenme biçimleri bağlamında tanımlanmalıdır. Farklı etnik-toplumsal örgütlenme biçimlerinin (klan-kabile, milliyet, ulus, etnik grup, vb.) asimilasyon sürecindeki özgüllükleri saptanmalı, değişik etnik süreçler ile asimilasyon koşulları arasındaki ilişkiler belirlenmelidir.
-
Yukarıda özetlediğimiz üç sonucu birbirine bağlayacak bir kavramsal sistem geliştirilmelidir. Kanımızca “kültürün yeniden üretimi” kavramı böyle bir kavramsal sistemde önemli bir rol oynayacaktır. Kültürün yeniden-üretimi, belirli bir etnik-toplumsal örgütlenme biçiminde toplumsal ilişkilerin yeniden-üretimine bağlı olarak, bu ilişkilerin hem ürünü, hem de destekleyicisi ve geliştiricisi olan kültürün yeniden-üretimini tanımlar. Böylece,
i) Belirli bir tarihsel gelişim aşamasında bulunan bir toplumsal birim; ii) bu toplamsal birimin, toplumsal ilişkiler bağlamında, bütünselliği; iii) toplumsal ilişkilerin ve kültürün yeniden-üretim süreci göz önüne alınmış olacaktır. Asimilasyon olgusu ise toplumsal ilişkilerin ve böylece kültürün yeniden-üretimindeki sürekliliğin sağlanamaması sonucu ortaya çıkacaktır.
Toplumsal ilişkilerin ve kültürün yeniden-üretim koşullarını ampirik düzeyde saptayan pek çok araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalarda,
i) belirli toplumşal ilişkilerin ve kurumların toplum-içerisinde olabilmesi için gerekli nüfus ölçeğinin önemi (Tessler, 1982: 185), ii) topluluk-içi ve topluluklar-arası ilişkilerin göreli konumlarının asimilasyon sürecine etkilerinden dolayı nüfusun mekansal dağılımının önemi (Lieberson, 1961: 52-57), ili) iki toplum arasındaki ilişkilerin, özellikle baskın toplumun ideolojik tutumunun önemi ampirik olarak kanıtlanmıştır (Gregg, 1985: 124). Bu ampirik çalışmalar asimilasyon kavramının teorik inşasında kullanılabilecek önemli sonuçlar üretmişlerdir.
“Etnik Ayrım ve Asimilasyonun Yapısal Teorisinin Öğeleri”: Elklit ve Tonsgaard
Bu son bölümde asimilasyon olgusunun incelenmesinde önemli bir katkı olan ve Amerikan toplumbilimcilerinin genel yaklaşımına göre oldukça farklı sayabileceğimiz Elklit ve Tansgaard’ın “Etnik Ayrım ve Asimilasyonun Yapısal Teorisinin Öğeleri” isimli çalışmasını inceleyeceğiz (Elklit ve Tonsgaard, 1984). Yazarlar bu çalışmalarında Avrupa’nın sanayileşmiş toplumlarındaki göçmen-olmayan azınlıkları göz önünde tuttuklarını belirtmektedirler.
Elklit ve Tonsgaard, çalışmalarında Yinger’in asimilasyon tanımını kullanmıştır. Bu nedenle ilk önce Yinger’in makalesine kısaca değinmemiz gerekiyor.
Yinger’e göre “… asimilasyon, iki veya daha fazla toplumun veya daha küçük kültürel grupların üyeleri (birbirleriyle) karşılaştığında oluşan (teknik) sınırların azalma sürecidir. Tamamlanmış bir süreç olarak görüldüğünde, asimilasyon, daha önceki farklı sosyo-kültürel gruplardan birine karışımdır.” (Yinger, 1981: 249) Bu tanıma göre asimilasyon, iki grup arasındaki en küçük (kültürel) etkileşimden, bu grupların tamamen kaynaşmasına kadar bütün süreçleri kapsar.
Belirli bir durumda asimilasyonun ölçüsü dört bağımlı alt sürecin bir işlevidir: (ırksal-) karışım (biyolojik), etnik-kimlik değişimi (psikolojik), kültürleşme (kültürel) ve bütünleşme (yapısal). Bu süreçlerden birindeki değişim, diğerlerinde de değişimi hızlandırır, bir süreçteki engeller diğer süreçleri de engeller. Açıkça görülebileceği gibi bu dört alt-süreç Gordon’un da belirttiği süreçlerdir. Sadece tutum-algısal, davranış-algısal ve sivil asimilasyon gibi asimilasyon kavramı içerisinde düşünülmesi olanaksız olan üç alt-süreç bu kavramdan, haklı olarak, çıkarılmıştır. Bununla birlikte Gordon’un sınıflandırmasına yapılan diğer eleştiriler Yinger’in sınıflandırması için de söylenebilir. Bu nedenle eleştirilerimizi burada yenilememize gerek yok. Zaten Elklit ve Tonsgaard’ın çalışmasında da bu eleştiriler daha net anlaşılabilecek.
Yinger asimilasyona etki eden dışsal koşulları da şöyle özetlemektedir (Yinger, 1981: 206-257):
- Süreç içerisindeki grupların karşılıklı büyüklükleri.
- Gruplar arasındaki ilk ilişkilerin doğası.
- İlişkilerin niteliği.
- Değişik grupların coğrafi yoğunluğu veya dağınıklığı.
- Özellikle dilde ve dinde olmak üzere kültürel benzerlik veya farklılıkların düzeyi.
- Irksal benzerlik veya farklılığın düzeyi.
- Ekonominin açık olma veya genişleme düzeyi.
- Grupların yasal ve siyasal konumları.
- Ayrımcılık ve önyargı düzeyi.
- Anayurttaki koşullar ve anayurtla olan ilişkilerin doğası.
Elklit ve Tonsgaard, Yinger’in asimilasyon tanımından yola çıkarlar fakat, Yinger’in aksine, bu dört alt-süreç arasında, bu süreçlerin teorik konumlarına göre, nedensel ilişki kurulabileceğini belirtirler. Onlara göre kültürleşme ve bütünleşme sistem değişkenleridir; (ırksal-) karışım ve kimlik değişimi ise bireysel düzeydeki değişkenlerdir. Bireysel düzeydeki değişkenler toplama yoluyla (aggregation) sistem değişkenlerine çevrilebilir olsaydı bile bu durum, bu değişkenlerin bireysel düzeyde olduğu gerçeğini değiştirmezdi.
Toplumsal bilimlerde bireysel düzeydeki değişkenleri sistem düzeyindeki değişkenlerle, kültürel sistemi de toplumsal sistemin yapısıyla açıklama yolunda bir eğilim olduğunu söyleyen Elklit ve Tonsgaard, bu eğilim doğrultusunda, Şekil 1’de görüldüğü gibi bir nedensellik zinciri kurulabileceğini belirtmektedir. (Bu şekilde (ırksal-) karışım sürecine yer verilmemiştir. Çünkü bu süreç kendi başına toplumsal bilimleri ilgilendirmez ve asimilasyon sürecinin belirleyici yönleri sadece bu şekilde gösterildiği gibi tanımlanabilir.)
Şekil 1. Asimilasyon Sürecinin Nedensel Modeli

Kaynak: Elklit ve Tonsgaard, 1984: 91.
Yazarlar bu asimilasyon tanımından sonra incelemelerine konu olan toplumsal birimi, yani etnik grubu “bağımsız veya ayrı bir kültürü olan toplumsal sistem” olarak tanımlamaktadır. Kültür, bir toplumsal sisteme ilişkin olarak var olan davranışlar, bilgiler, değerlendirmeler, düşünceler ve deneyimler örüntüsüdür. Bağımsız veya ayrı bir kültür ise ana, büyük toplumun içinde, diğer kültürel sistemlerden az ya da çok bağımsız olarak uzun bir zaman süreci içinde gelişmiş kültürleri ifade etmektedir.
Elklit ve Tonsgaard, kültürün bireysel psikoloji olgusuna indirilemeyeceğini vurgulamaktadırlar. Tekil birey, kültürün belirli ölçüde taşıyıcısı olmakla birlikte, kültür, toplumsal etkileşim, ortak semboller, kültürel kurumlar ve dilsel davranış ile ifade edilir. Etnik kültürün bireysel düzeydeki karşılığı etnik kimliktir. Görüldüğü gibi yazarlarımız kültür-toplum ilişkisini net olarak açıklamakta, kültürün yeniden-üretimi için gerekli koşulları (toplumsal etkileşim, ortak semboller, kültürel kurumlar ve dilsel davranış) somut olarak belirtmektedir.
Bir etnik grup, bağımsız bir toplumsal sistem olarak varlığını, kültürleşme süreci tamamlandığında kaybeder. Bu kültürel kaynaşma veya egemen kültürün etnik kültürün yerini almasıyla gerçekleşebilir. Bir etnik grubun çoğunluk gruptan bazı tutum ve davranışsal biçimleri alması kültürleşme sürecinin başlangıcını göstermez. Bu şekilde kültürel öğelerin kazanılması etnik kültürün asal öğelerini (core elements) etkilemeyebilir. Burada Elklit ve Tonsgaard asimilasyon/kültürleşmeyi, asal öğeler de dahil, toplumun/kültürün bütününü içeren bir değişim olarak görmektedir, fakat, ne yazık ki, asal öğelerin ne olduğu konusunda ayrıntılı bir açıklama yoktur.
Toplumsal bütünleşme en azından minimum düzeyde ortak toplumsal değerler temelinde oluşan toplumsal etkileşim demektir. bu nedenle toplumsal bütünleşme kültürleşme süreci ile beraber gerçekleşir.
Toplumsal (etnik, kültürel) yaşamın sürekliliğini sağlayan nedir? Yazarlar, içinde yaşadığı toplumun uyum doğrultusundaki baskılarına karşı etnik grubun varlığını sürdürebilmek için belirli yapısal desteklere gereksinimi olduğunu belirtir. Bu hipotez, haklı olarak, asimilasyon teorisinin temel hipotezi olarak görülür. Bu hipotez belirli doğrultularda geliştirilebilir. İlk olarak, etnik grup, bütün birincil ilişkilerini ve belirli ikincil ilişkilerini grup içerisinde sağlayabilecek büyüklükte olmalıdır. İkinci olarak, azınlığın ve çoğunluğun göreli büyüklükleri önemlidir, çünkü göreli büyüklük, grup-içi ilişkilerin gruplar-arası ilişkilere göre göreli konumunu önemli ölçüde etkileyecektir.
Bir etnik grubun varoluşunu sürdürebilmesi için gerekli yapısal koşulların en önemlileri iki etnik grup arasındaki mekansal ve toplumsal ayrılıktr. Toplumsal ayrılık etnik grup ve (baskın) toplum arasındaki etkileşimin düzeyi ile tanımlanır. Etnik grubun belirli bir toplumsal tabakayı oluşturması, toplumun geri kalan kesimleriyle oldukça uzmanlaşmış, belirli ilişkilere yol açacağı için görece büyük bir toplumsal ayrıma neden olabilir. Örneğin kırsal kesimdeki etnik gruplar hem mekansal hem de toplumsal ayrımın çok olduğu topluluklardır. Bu nedenle kentleşme ve sanayileşme süre- cinin karsal etnik grupların mekansal ayrılıklarını ve böylece toplumsal ayrılıklarını azaltacağını söyleyebiliriz.
Elklit ve Tonsgaard, daha önce incelediğimiz araştırmacıların tam tersine, asimilasyon sürecinde toplumsal bütünleşmenin değişik biçimleri arasında en önemli nedensel faktör olarak çalışma sistemindeki bütünleşmeyi görmektedir. Bu bağlamda Collins’in (1975) çalışmasından yola çıkarak etnik ayrılığın üç ana biçimi olduğunu belirtmektedir.
-
Toplumsal ayrılık: etnik grup ve çevresindeki toplum arasındaki ilişki düzeyi.
-
Kollektif ayrılık: etnik grubun çevresindeki toplumdan bağımsız kurumsal temelinin yaygınlığı. Etnik grubun kendisine özgü toplumsal örgütlenmelerinin olması asimilasyonu azaltıcı bir rol oynayacaktır.
-
Kültürel ayrılık: etnik grubun kültürünün egemen kültürden farklılık düzeyi, Kültürel ayrılığın fazla olması etnik kültürün kültürleşmeye olan direncini artıracaktır.
Son olarak, yazarlar bu çalışmalarında kullandıkları temel tanım, aksiyom (varsayım) ve teoremleri bir liste halinde özetlemişlerdir. Bu listeyi, konunun çerçevesini net olarak çizdiği için buraya aynen aktarıyoruz.3
Ek: Elklit ve Tonsgaar’ın Asimilasyon Teorisinin Öğeleri
Tanımlar
D1. Kültür: bir toplumsal sisteme ilişkin varolan deneyimler, düşünceler, değerlendirmeler, bilgi ve tutumlar örüntüsü.
D2. Bağımsız kültür: içinde bulunduğu toplumdaki diğer kültürel sistemlerden az ya da çok bağımsız olarak varolan, ya da en azından ilk gelişimi bağımsız olan, kültürel sistem.
D3. Ernik grup: bağımsız veya ayrı bir kültürü olan toplumsal sistem.
D4. Asimilasyon: Süreç öncesindeki sosyo-kültürel gruplardan birine karışım.
D5. Kültürleşme: Kültürel kaynaşma veya egemen kültürün eynik kültürün yerini alması.
D6. Toplumsal ayrılık: Etnik grup ve çevresindeki toplum arasındaki ilişki düzeyi.
D7. Kollektif ayrılık: Etnik grubun çevresindeki toplumdan bağımsız kurumsal temelinin yaygınlığı.
D8. Kültürel ayrılık: Etnik grubun kültürünün egemen kültürden farklılık düzeyi.
D9. Etnik kimlik: Etnik kültürün temel öğelerinin bireysel içselleştirilmesi ve bireyin kendisini etnik grubun üyesi olarak görmesi.
Aksiyomlar
A1. Bir toplumun üyeleri sadece kendi gruplarındaki insanlarla değil, başka grupların üyeleri ile de etkileşimde bulunurlar.
A2. Toplumsal konumların yakınlığı toplumsal etkileşimlerin sıklığına olumlu etkide bulunur,
A3. Her toplumda, o topluma temel olan, egemen değerler (asal öğeler) kümesi vardır. Bu egemen değerler kümesi toplumun ayırt edici özelliklerini tanımlar.
A4. Toplumsal yapıda anahtar konumu tutan belirli kurumsal düzenler, bütün topluma baskın etkide bulunan asal öğeleri içerirler.
A5. Baskın (egemen) yapıdaki konum, insanların gerçekliği algılamasındaki ve tutum ve davranışlarındaki en önemli nedensel değişkendir.
A6, Bireylerin kaynakları farklı olduğu zaman, toplumsal ilişkiler öznel gerçekliği tanımlama gücünde eşitsizlik yaratır.
A7. En önemli baskınlık yapısı çalışma sistemindedir.
A8. Toplumsal sistemin kültürel sisteme nedensel önceliği vardır.
Teoremler
T1. Konum (status) farklılığı toplumsal etkileşimlerin sıklığına olumlu etkide bulunur (A2’ye göre).
T2. Verili iki toplumda, küçük grup (büyük gruba göre) daha yoğun gruplar arası ilişkilere girer (A1’e göre).
T3. Etnik davranış, diğer kurumlaşmış sapma biçimleri gibi ana toplumun merkezi değer sistemine uyum doğrultusundaki baskılara karşı varlığını koruyabilmek için belirli yapısal desteklere gereksinim duyar (D3, A3 ve A4’e göre).
T4. “Herhangi bir kimse diğer insanlarla daha eşit ilişkilere girdikçe, onların tutum ve gerçekliği tanımlama biçimlerini kabul etme yönündeki eğilimi daha fazla olur” biçiminde bir nedensel ilişki mevcuttur (A5 ve A6’ya göre).
T5. Kültürel ayrımın düzeyi asimilasyon eğilimini etkiler (D5’e göre).
T6. Kültürel ayrımın boyutlarının niceliği etnik kültürün kültürleşmeye olan direncini etkiler (T5’e göre).
T7. “Konum farklılıkları fazla oldukça etnik grup daha az toplumsal olarak bütünleşmiş olur” biçiminde bile nedensel ilişki vardır (T1’e göre).
T8. Kentleşme ve sanayileşme kırsal etnik grupların mekansal ayrılığını ve böylece toplumsal ayrılığını azaltır ve kültürleşmenin artmasına neden olur (D6’ya göre).
T9. Çalışma sistemindeki bütünleşme asimilasyonun en önemli nedensel faktörüdür (A5, A7 ve A8’e göre).
T10. Bir etnik grup belirli bir minimum büyüklüğe sahip olmalıdır, çünkü bireyler bütün birincil ilişkileriyle bazı önemli ikincil ilişkilerini etnik grubun içerisinde sağlayabilmelidir (T5’e göre).
T11. Etnik grup kimliğinin özü konumsal topluluk örgütlenmeleridir, örneğin aile, kilise, kulüpler ve dernekler (D9, A3 ve A4’e göre).
Kaynaklar
- Banton, Michael (1982), “The Direction and Speed of Ethnic Change”, Ethnic Change, (Der. Charles F. Keyes), Seatte: University of Washington Press, 2. baskı.
- Bash, Harry H. (1979), Sociology, Race and Ethnicity, New York: Gordon and Branch Science Publications Inc.
- Beals, Ralph L. ve Hoijjer, Harry (1966), An Introduction to Anthropology, New York: The Macmillan Company.
- Collins, Randall (1975), Conflict Sociology: Toward an Explanatory Science, New York: Academic Press.
- Elklit, Jorgen ve Tonsgaard, Ole (1984), “Elements of a Structural Theory of Ethnic Segregation and Assimilatilon”, European Journal of Political Research, Cilt 12, ss. 89-100.
- Fichter, Joseph H. (1957), Sociology, Chicago: University of Chicago Press.
- Gordon, Milton M. (1964), Assimilation in American Life, New York: Oxford University Press.
- Greeley, Andrew (1971), Why Can’t They Be Like Us: America’s White Ethnic Groups, New York: E.P. Dutton and Co.
- Gregg, Catherine (1985), Comparative Social Assimilation, Philadelphia: IVY Press.
- Güvenç, Bozkurt (1979), İnsan ve Kültür, İstanbul: Remzi Kitabevi.
- Horowitz, Donald L. (1975), “Ethnic Identity”, Ethnicity, Theory and Experience, (Der. Nathan Glazer ve Daniel P. Moynihan), Cambridge: Harvard University Press.
- Lieberson, Stanley (1961), “Residental Segregation and Ethnic Assimilation”, Social Forces, Cilt 40, ss. 52-57.
- Park, Robert E. (1953), “Assimilation, Social”, Encyclopedia of Social Sciences, New York: Macmillan, s. 281 (ilk baskı, 1930).
- Park, Robert E. ve Burgess, Ehnest W. (1972), Introduction to the Science of Sociology, Chicago: University of Chicago Press, 3. baskı (ilk baskı, 1921).
- Rose, Arnold M. (1956), Sociology: The Study of Human Relations, New York: Alfred A. Knopf.
- Simpson, George E. (1968), “Assimilation”, International Encyclopedia of the Social Sciences, (Der. David L. Silis), The Macmillen Company ve The Free Press, Cilt 1.
- Tessler, Mark A. (1982), “Ethnic Change and Nonassimilating Minority Status: Jews in Tunisia and Morocco and Arabs in Jsrael”, Ethnic Change, (Der. Charles F. Keyes), Seattle: University of Washington Press, 2. baskı.
- Yinger, J. Milton (1981), “Toward a Theory of Assimilation and Dissimilaton”, Ethnic and Racial Studies, Cilt 4, No. 3, s. 206-257.
Kaynak: Kafdağı, Şubat-Mart 1988, sayı 13-14, ss. 5-20.
-
Bkz Beals ve Hoijjer (1966: 736). Bu ve benzeri kavramlar için Türkçe’deki temel kaynaklardan biri olan Bozkurt Güvenç’in İnsan ve Kültür isimli eserine bakılabilir (Güvenç, 1979). ↩︎
-
Bash ayrıca sosyoloji teorisi için daha uygun gördüğü statü, azınlık grup, baskın grup, iktidar ilişkileri, vb. kavramların bu ilişkilerin incelenmesinde kullanılmasını öneriyor. Bu öneriler konumuzla doğrudan ilişkili olmadığı için burada değinmiyoruz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bash, 1979: 97, 212. ↩︎
-
Elklit ve Tonsgaard’in da vurguladığı gibi bu çalışmanın geçerlik alanı sanayileşmiş Avrupa ülkelerindeki göçmen-olmayan azınlıkların konumudur. Bu nedenle, bu çalışmanın genelleştirilmesi, diğer koşullara uygulanırken özgül konumların göz önünde tutulması gereklidir. Yazarların tanım, aksiyom ve teoremlerinin hepsini kabul edemeyeceğimiz açıktır. Kapsamlı bir eleştiri, aynı zamanda alternatif bir teorinin de geliştirilmesini gerektireceği için burada böyle bir eleştiriye başlanmamıştır. ↩︎