Mebus: Bir Serez Fedaisinin Romanı
2022-12-01

Feridun Büyükyıldız’ın ilk romanı “Mebus: Bir Serez Fedaisinin Romanı” İnkılap Kitabevi tarafından yayımlandı. Roman, Fatma Medeniye’nin 14 yaşında İstanbul’da yaşayan Hint Hıdivi ile evlenmesiyle başlıyor ve Cumhuriyeti’in ilk yıllarında yaşanan bir cinayet etrafında dönemi anlatıyor. Sayın Feridun Büyükyıldız ile Mebus’u konuştuk.
Romanın kahramanlarından biri, esere ismini de veren mebus Recep Zühtü Soyak. Recep Zühtü’yü ilk ne zaman, nerede tanıdınız? Niçin onun hayatını konu alan bir roman yazmaya karar verdiniz? “Roza’nın vasiyetini yerine getirdiniz” diyebilir miyiz?
Recep Zühtü’yü araştırmam küçük bir makaleyi okumam ile başladı. Derinlemesine araştırdığımda aslında ilişkilerdeki karmaşayı gördüm. Bir dönemin bahsedilmeyen yanları ile dolu bir yaşam öyküsü vardı, bunun üzerine üstü kapatılan bir cinayeti de görünce çok ilgimi çekmişti. Hesabı sorulmamış ve üzerinden yıllar geçmiş bir cinayetin hesabını ancak tarih önünde sorabiliyorsunuz. Recep Zühtü’nün hukuksuzca kazandığı, yetim hakkı yediği halde, zenginlik içinde, bir köşkte ve altmış dört yaşında hesabı sorulmadan ölmesi, Kenan Evren’in doksan yedi yaşında hiç pişman olmadan ve bedel ödemeden ölmesinden farksızdı. İşte tam da burada insan bir adalet arıyor. Bir romancı o adaleti romanında sağlayabilir. Aslında romanın finalinde Roza elinden Recep Zühtü’yü öldürmeyi planlamış idim ancak tarihi gerçekliğe ters düşecekti. Onun yerine, Roza ile yüzleşmesini sağlayarak, müebbet mutsuzluğa mahkum etmiş, bir anlamda Medeniye’nin en yakın arkadaşı Roza’nın vasiyetini yerine getirmiş oldum.
Romanınız genellikle “bir dönemin eleştirisi” olarak kabul ediliyor. Buna karşın romanda açıkça eleştiri denilecek sadece bir söz var, Özbek Usta’nın sözü: “at sahibinin şanına gölge düşüren seyisten seyis olmaz”. Fakat sanki seyisler ne yaparsa yapsın korunuyor. Ne dersiniz, Özbek usta gerçekten haklı mı, yoksa söylediği aslında bir temenni mi?
Olay örgüsü ve olaylar, tarihi kronolojiye, olayların özüne sadık kalarak kurgulanmıştır. Romanda açıkça bir eleştiri yok, tarihi gerçekler vardır. Olabildiğince kendimi geri çekerek, olayları masaya koyuyor, dönemi ve yaşananları okurun değerlendirmesine bırakıyorum. Buradan eleştiri ya da özeleştiri beklemekten ziyade ben bir yüzleşme bekliyorum. Cumhuriyet tarihine tek tip kaynaklardan yaklaşan okurların şaşkınlığını da şahit oluyorum. Okurlardan gelen: “Böyle bir mebus yaşadı mı?” sorularına şaşkınlıkla şahit oluyorum. Tek tip kaynaklardan beslenen aydınların çokluğunu gördükçe şaşırıyorum. Özbek usta meselesine gelince, bütün suçu seyise yükleme eğilimi sanırım herkesi mutlu ediyor ve herkes kendi konfor alanlarında yaşamaya devam ediyor. Üstelik seyisler maalesef her dönem korunuyor da.
“Mebus” kitapçılarda “tarihsel roman” olarak tanımlanmış. Tarihsel romanların ve Mebus’un tarihsel gerçeklik ile ilişkisi nasıl? Romanı yazarken Recep Zühtü ve Fatma Medeniye gibi şahsiyetler konusunda nasıl bilgi edindiniz? Romanda bazı mekanlar, örneğin Pera Palas, Eden Lokantası, Şale Köşkü gibi mekanlar çok detaylı ve etkileyici bir şekilde tasvir edilmiş. Bu mekanları bizzat gözlemlediniz mi, tasvirleri nasıl yapıyorsunuz?
Bu tür tarih okumalarında resmi tarihin dışına çıkmak zorundasınız. Okutulan tarih kitaplarından, o çok okunan ve alkışlanan, baş yapıt sayılan kitapların da dışına çıkmalısınız. Bunlar çoğu zaman kenarda köşede kalmış, hatıratlar, anılar ve hatta satır aralarında, birkaç cümle ile geçiştirilmiş vukuatlardır. İşte onların peşine düşmek gerekir. Biraz dedektif gibi çalışmak gerekir. Kısa bir roman olsa da uzun bir okuma ve araştırma sürecinin ürünüdür. Bahsettiğiniz mekanlar üzerine çok araştırmalar yaptım. Her bir mekânı dönem içinde mimari özelliklerinden tutunuz, müşteri profiline kadar araştırdım. Bahsedeceğim lokantayı önceden araştırıp, bulup dönemin menüsüne kadar ayrıntılı bilgiden sonra kaleme aldım. Medeniye’nin hattat babasının kalem ile birkaç harf yazacağı bölümü yazmak için hat sanatı ve teknikleri, kullanılan araç ve gereçler konusunda çok sayıda makale okudur. Sonunda çıkan yazı bir paragrafı geçmiyordu ancak içime sinen bir paragraftı.
Kâzım Karabekir Paşa’nın anılarını (3000 kitap) yakmak için Çelebi’nin aklına Hocapaşa Hamamı geliyor. Bu olaylar gerçekten yaşandı mı?
Kitapta rakam, mekan veriyor isem onlar tarihi gerçeklerdir. Bahsettiğiniz bölümde örneğin üç bin kitap tam rakamıdır, Kâzım Karabekir olayın içindedir, Hocapaşa Hamamı vardır ve yakılmak istenen yerdir. Romanda kurgu ve tarihi gerçekliği anlaşılması açısından kurgu burada sadece “Çelebi” karakteridir.
Bildiğimiz kadarıyla bu ilk romanınız ve son olmayacağını tahmin (ve umut) ediyoruz. İkinci romanın konusu belli mi?
Roman tekniğini öykü, hatta şiir, deneme gibi tekniklerin gerisinde tuttuğum için ve çocuk edebiyatının zorluğundan daha az zor olduğunu düşündüğüm için roman yazımını çok önemsemedim. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Bunun yanı sıra, roman benim için aslında ilk sayılmaz. Çocuklara insan haklarını anlatan “Gök, Deniz ve Toprak” kitabım da Türk Edebiyatı / Roman kategorisinde sınıflanmaktadır. Bu büyükler için ilk roman.
Bundan sonraki romanın çizgisi konusu sorunuz ise zor bir soru. Devam romanı beklentisi var. Öyle de yaparım diye düşünmüştüm. Bilemiyorum. Belki de “maalesef” demem gerekiyor. Ben istikrarlı bir seri üretim insanı değilim. Hep aynı teknik, hep aynı tarz beni hiç çekmiyor. Yazdıklarım da hep farklı oldu. Şehir tarihi yazdım. Şehri anlattım, çocuklara şunu anlatmam lazım dedim onu yazdım, bu cinayetin hesabı sorulmalı dedim bunu yazdım. Biraz piyasacı düşünmeyi belki de becermek lazım. Ben müzikte de öyleyim. Birçok enstrüman çalarım ancak hiçbir enstrümanın virtüözü değilim. Yeni başlamayı planladığım (henüz karar vermesem de) tamamen ayrı bir konu olabilir. Belki de devam romanı gelebilir.
Yazar tanıtım sayfasında sizin için “Çerkes kökenli olan yazar” diyor. Bu eser diaspora Çerkes edebiyatına bir katkı sayılabilir mi? Türkiye’de bir diaspora Çerkes edebiyatı oluştu mu?
Çerkes olmama rağmen Çerkes edebiyatı maalesef denemez. Türkçe yazılan, Türk tarihinden beslenen yapıtlar bunlar. Çerkesce çocuk şiiri yazıyorsa birileri işte o Çerkes edebiyatına katkıda bulunuyordur. Çerkes diasporasının sözlü edebiyatının derlenmesi, öykülerin toplanması gibi değerli çalışmalar Çerkeslerin edebiyatına katkıdır. Son dönem çok değerli örnekleri oluşmaya başladı. Bu eser özelinde düşünür isek Çerkes edebiyatına bir katkı olduğunu düşünmüyorum.
Kitabı, “hayatına dokunduğu tüm gençler ve kendi gençliğiz adına Hamit Cevat Bage”ye adadınız. Bu genelde pek görmediğimiz bir vefa ve çok anlamlı bir ithaf. Bu konuda okuyuculara ne söylemek istersiniz?
Çok insanın hayatına dokunmuş, üstelik bunu sessizce ve kenardan yapmışsanız bir kitap ithafından çok daha fazla şey hak etmişsinizdir. Bu tür ithafların çok görülmemesinin nedeni bizler duygularını açıkça söylemeyen, söyleyemeyen insanlarız belki ondandır. Bazı insanlar dönemleri içerisindeki genç insanlardan kendilerini sorumlu hissederler. Onların hatalarından, zor anlarından, geleceklerinden kaygılanır ve sessiz bir gölge gibi etrafta olurlar. O gölgeyi o zaman fark edemezsiniz ancak sizin de kaygılanacağınız insanlar oluşmaya başlayınca o gölgeyi hatırlarsınız.
Cevat ağabey, öyle birisiydi ona ithaf ettim.
Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyor, yeni çalışmalarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz.

Recep Zühtü Soyak henüz 1919 yılında Milli Mücadele’ye katılmış, ölümüne kadar Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakınları arasında yer almış bir şahsiyettir. Çok iyi bir silahşor olduğu rivayet edilen Recep Zühtü Bey’in, Mustafa Kemal Paşa’ya ölümüne sadık olan çekirdek kadronun, kimi kaynaklarda geçen isimlendirmeyle “Serez Fedaileri”nin önemli halkalarından biri olduğu da pek çok hatıratta ifade edilir.
Hakkında birçok söylenti olan Recep Zühtü’nün, Fatma Medeniye Hanım’la yaşadığı fırtınalı aşk ve sonrasında genç kadını öldürmesi ise onun hayatının en tartışmalı döneminin perdesini açmıştır. Atatürk’ün cinayeti duyduğunda “Kanuni icabı yapılmalıdır,” dediği rivayet edilmekle birlikte süreç pek de öyle ilerlemez. Olaydan iki gün önce yapılan seçimlerde Zonguldak milletvekilliğine intihap olunan Recep Zühtü, Fatma Medeniye’yi “cinnet halinde vurduğu ve yapılan muayene sonucunda cezai ehliyetinin olmadığı”na dair bir raporla cinayet suçundan beraat eder. Hemen sonrasında ise TBMM’ye giderek yemin eder ve mebusluğa başlar.
Feridun Büyükyıldız, Recep Zühtü ve Fatma Medeniye’nin hikâyesi çerçevesinde Cumhuriyet’in ilk yıllarına farklı bir bakış açısı getiriyor. Bir dönem romanı olarak kaleme alınan bu eserde, tarihi gerçeklerden, kişilerden ve olaylardan esinlenilmiş, bir mebusun hayatı üzerinden dönemin namuslu bir eleştirisi yapılmaya gayret edilmiştir.